Sunday, January 21, 2007

Ülkemizde Hain Yok

Hrant Dink’i tanıyordum. Bazı toplantılarda birlikte bulunduk. Ayak üstü kısaca konuşurduk. Birbirimizi çok iyi anlardık. Her ikimiz de Lozan artığı azınlıklardandık ve kendimizi ille de ‘yurttaş’ olarak görmek istiyorduk. Tabi bunu sağlamak için ne adımızı değiştirmemizin ne de Müslüman olmamızın şart olamadığını da biliyorduk. İnsan bir ülkenin yurttaşı olması için neden ille de anadilini ve dedesinin adını reddetmeliydi ki! Anayasal hakkıydı Hrant’ın seçimi. Ama bunları konuşmazdık, bunlar konuşulmadan anlaştığımız konulardı. Konuştuklarımız bizi anlayamayan ve bizi hiç sevmeyenlerdi. Bizi bir türlü eşit yurttaş olarak kabul edemeyen toplumun bir kesimi. Şimdi onunla daha yakın bir dostluk kurmamış olduğuma üzülüyorum. İlerde, başka bir gün, daha uygun bir fırsatta, o denli koşturmadığım bir an, belki bu denli yorgun olduğum ve uykuya ihtiyaç duymadığım bir saatte onunla uzun uzun sohbet etmeyi hep düşündüm. Şimdi artık bu olmayacak. Pişmanım. Onun için ancak ağlayabildim.

Onu kimin öldürdüğü bence önemli değil. Tetiği çeken insan belki akıl dengesi yerinde değildir, belki hastalık derecesinde fanatik bir insandır, belki bir maşadır, belki kendince bir haini vatan adına öldüren sıradan bir insan. Ne fark eder? Önemli olan Türkiye’nin büyük bir kesiminin Hrant Dink’i Türkiye için bir tehlike olarak görmüş olmasıdır. Öldürülmesi bunun sonucudur. Zaten ölümünden önce aylarca ona suçlu ve hain muamelesi yapılıyordu. Sıkıştırılmıştı, süründürülüyordu, tehdit ediliyordu. Bu konuma getirilen bir kimsenin öldürülmesi o kadar da şaşırtıcı sayılmamalı. Çünkü milyonlarca insan arasında bir ‘haini’ öldürmeye kalkışacak birinin çıkması tuhaf değildir.

Hrant’ın son yazılarından anlaşılan, büyük sıkıntısının yalnız tehdit edilen kendi hayatının olmadığı, ailesinin sorumluluğunu da taşıdığıydı. Mahkemeler de onu mahkum edince ülkede yaşam sınırları çok daralmıştı. Bir insanın ‘hain’ olarak yaşaması hiç ama hiç hoş bir duygu değil. Ona destek olan arkadaşları ve yakınları olsa bile hiç kolay değil. Ölümden önce yaşadığı böylesine tatsız durum başka türlü bir sonu getirmişti: yurttaşlığı son buluyordu. ‘Beni nasıl görüyorlar?’ sorusu onu düşündürüyordu. Politikacıların, adalet dünyasının, basının bir kesimi onu hain olarak, Türk ve Türklük düşmanı olarak görüyordu. Artık parçası olmak istediği ‘yurttaşlık’ yara alıyordu, kanıyordu.

Türkiye’de siyasi ve ideolojik cinayetlerinin yüzdesi çok yüksek. Ama ‘hain’ suçlaması da aynı biçimde çok yüksek ve bu ikisi bir bütün oluşturuyor. Beğenilmeyen düşünceler ve eylemler kolaylıkla ulusal, siyasal yada dinsel hakaret yada ihanet olarak yorumlanıyor. Kimileri bu tahammülsüzlüğe demokrasi eksikliği, kimileri farklılığa katlanamama, kimileri bağnazlık diyebilir. Ne diyeceğimiz de önemli değil, önemli olan bu paranoyadan kurtulmaktır. Artık ne zaman ‘ülkemizde hain yoktur, olsa olsa farklı düşünen ve davranan yurttaşlarımız vardır, en kötü durumda bir gidişi eleştiren insanlar vardır’ diyebileceğiz? Hain yok, hakaret yok, küfür yok, tehdit yok, yalnız farklılığa tahammülsüz insanlar var. Bu anlayış bir toplumsal güven olarak içimize yerleşmeden cinayeti mahkum etmenin etkisi sınırlıdır. Mahkum edilmesi gereken cinayetleri besleyen güvensizliğimiz, paranoyamızdır.

Şimdi Hrant’ın öldürülmesiyle Türkiye’nin de yara aldığı söyleniyor. Bu söylem ayrıca can sıkıcı. Bir masumun öldürülmesi ikinci plana atılıyor, ülke zarar gördü diyoruz. Ülke yara almasa olay daha az üzücü, farklı bir anlamı olacakmışçasına. Oysa sorun bir vatandaşın – Ermeni olması fark etmiyor, değil mi? – siyasi, ideolojik ve hatta ırkçı bir cinayete kurban gitmesidir. Bu cinayetten önce aylarca süren bir maceranın yaşatılmış olmasıdır. Yani kısacası, ülkenin yönetimi, eğitimi, algılaması, ruh hali ile ilgili bir sorun yaşanıyor olmasıdır. Bu bir iç sorundur. Olayın bu önemli yanı varken başka ülkelerin Türkiye konusunda ne diyeceklerinin, ne yapmaya yelteneceklerinin konuşulması, sorunun hala anlaşılmamış olmasının bir belirtisi gibi. Sorun bütün vatandaşların sorunudur, uluslararası boyutu ikincildir. Ve bu iç sorun kalıcı ve günlük bir sorundur. Bir vatandaşın – bir bireyin - somut öldürülmesi olayının yerine bir soyutlama olan milli çıkarın konuşulması, bu tür ilgi alanının ‘kaymasının’ ne denli yanıltıcı olduğunu hala göremedik. Olayın uluslar arası boyutu tabi ki var, ama bireyin silinmesi ve ‘genelin’ öne çıkması bütün sakatlıkların ilk adımı: genelin önünde bireyin ölümü de ve öldürülmesi de önemini yitiriyor. Bu anlayış kimilerin gözünde cinayetleri ve yasa ihlallerini meşrulaştırıyor.

Cinayet sorunun saklanamaz bir boyut edinmiş olduğunu öne çıkarıyor. Şimdi susanlar yada timsah gözyaşları dökenlerin bir kesimi Hrant’a saldırılırken, mahkemelerde süründürülürken ne ondan yanaydılar ne de cadı avına ara vermişlerdi. Tarafsız bile değillerdi. Aslında Türkiye, bütün bu suçlama süresinde ve mahkeme dışındaki o saldırı sahnelerinde yara alıyordu. Kısacası bu olayın uluslararası boyutu yanlış değil ama yanıltıcıdır.

Ermeni, Rum ve Yahudi kelimelerinin hakaret olarak kullanıldığı bir ülkede, azınlıkların ‘yabancı’ sayıldığı ve hukuk alanında da öyle muamele gördüğü bir ülkede ‘hainleri’ öldürecek insanlar da çıkacaktır. Bu tür cinayetlerden sonra bir süre söylenen ‘güzel ve doğru’ laflar pek etkili de olmayacaktır. Ağıtların uygulamalara etkisi olmayacaksa hiçbir şey de değişmeyecektir. Farklı olan yada farklı düşünen yine ‘hain’ sayılacak, çeşitli, ama her zaman zorbalık ve hukuk ihlalleri içeren yollarla susturulacaklardır. Bu cinayet münferit bir olay da sayılabilir, ama böyle bir sona varan ‘yol’ hiç de münferit değildir, bir ana cadde gibi kalabalık, önemli ve kararlaştırıcıdır.

Eğitim sistemimizde - ve eğitim derken gazetesi, sanatı, romanı, filmi, okulu, politikacısı ve bütün toplum hayatı ile geniş anlamda kullanıyorum – köklü değişiklikler olmadıkça her yanda hainler görme ve dolayısıyla zorbalık süregelecektir. Hrant’ın ölümüyle bu alanda temel bir değişikliğin olmayacağına da ayrıca üzülüyorum. Şimdiden ondan esirgenen, yaşam dahil temel hakları değil ölümüyle neden olduğu genel zarar konuşuluyor. Cinayet ‘Sebat’ apartmanının önünde işlendi. İroni gerçekten. Sebat etme boşunadır ihtarı gibi bir şey.



Herkül Millas’ın 23/01/2007 tarihli Zaman Gazetesi için yazdığı 110 No.lu yazısıdır

0 Comments:

Post a Comment

<< Home